6 Ocak 2013 Pazar

MAHMUT MAKAL’A ARMAĞAN



MAHMUT MAKAL’A ARMAĞAN
            Delirmişler, delirtilmişler şu güzelim gezegeni cehenneme çevirmek için ellerinden geleni yaparken, bereket hem dünyamızı, hem de kendilerine karşın bu çılgınları kurtamak üzer çaba harcayanlar hâlâ var.
            Yeniden Köy Enstitüleri Derneği bunlardan biri; geçen yıl Mustafa Necati Öğretmenlik Ödülü’nü sevgili Mehmet Başaran’a vermiş, armağan kitabı da ona ayırmışlardı. Bu yıl, Prof. Dr. Kemâl Kocabaş’ın hazırladığı kitap, birinci hamur kâğıda, Mahmut Makal’ı kucaklıyor.
            Kendinize verebileceğiniz en değerli armağan kitabı edinmek elbet.
            Ben içinden, Fakir Baykurt’un anlatımını seçtim.
Mahmut Makal
Bizim Köy’ün Yazarı
            Ben Gönen’denim, Mahmut, İvriz’den.İkimiz de Köy Enstitüsü öğrencisiyken yazmaya merak sardık. Yazdıklarımızı aynı yıllarda yayınlamaya başladık. Bizi bu yolda yüreklendiren, enstitülerin genel havasından başka, Türkçe Öğretmeni Ali İnsan Beyhan  oldu. Beyhan Öğretmenin kendi de İvriz’e yakın Gaybi köyündendi.  Ankara’daki Gazi Eğitim’i bitirince önce bizim Gönen’e verildi, kısa süre sonra  askere gitti; dönüşte İvriz’e atandı.
Hakkı Tonguç’un enstitülerde görev alacaklarla birer ön görüşme yaptığını sonradan çok duydum. Beyhan’la yapmış olmalı. Derslere bambaşka bir kendini verişi vardı.Yalnız ders saatiyle yetinmez, nasıl yapar eder, yeni çıkan kitapları,dergileri tanıtıcı fırsatlar bulurdu. Özellikle Cumartesi, Pazartesi toplantılarında, güneş altında konuşmalarını bütün öğrenciler, bin kişi, halka olup toprağın üstüne bağdaş kurup dinlerdik. Ses büyüten, dağıtan araçlar yoktu. Özellikle ben can kulağıyla dinlerdim, bana öyle gelirdi. Andığı kitabı,dergiyi kitaplıktan alıp baştan sona okumaya koşardım.
            Ali İnsan Beyhan Öğretmen dergilerdeki şiir, öykü türü yazılardan örnekler okurdu. Enstitü öğrencilerin yazdıklarını seçer, sahiplerine okuturdu. Sanırım benimle daha özel ilgilendi.Dersler bitince evine doğru yürürdük.Kapısına varınca ille içeri çekerdi. Eşinin yaptığı çayı içer, konuşmayı sürdürürdük. Sorduğum her soruyu sabırla yanıtlardı. Askere gidince de mektuplaştık. Bana çok yardımları oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın barut yıllarında, Trakya’da bir yerde yurt görevini bitirdikten sonra Gönen’e dönmedi, anlattım ya, İvriz’e verildi.Belki kendi köyüne yakın bir yerde çalışmayı istedi. Gene mektuplaşıyoruz. Postadan “İvriz” adlı bir dergi gelmeye başladı. Demek yazın sevgisini öğrencilerine geçirmiş, işin ucunu bir  dergiye bağlamıştı.
            Bir gün, dergi kolu adına Mahmut Makal’dan mektup aldım. Şiirlerimi  yayınlayacaklarını bildiriyordu. Beyhan Öğretmen, kendinde olanlardan vermişti.Gene de yenilerini istiyordu. Böyle, mektup yoluyla tanıştık .Benden bir yıl ileriydi. 1947’de,  17 yaşında öğretmen oldu. Köylü yaşıdır gerçi, iki üç yıl geç yazılmış olabilir. Bu çilesi bol mesleğe ben de 1948’de katıldım. Cennetle cehennem gibi iki dönem yaşadım enstitüde. Üçten dörde geçerken, Ankara’da hava döndü. Enstitüler kesile kırpıla Nasreddin Hoca’nın kuşuna döndü. CHP, 27 yıllık yönetimden sonra, giderayak baskıyı arttırdı. Yazın dergilerini kapatıyor, şairleri, ressamları sürgüne gönderiyor. Nâzım Hikmet hâlâ cezaevinde. Sabahattin Ali   sık sık cezaevine düşüyor.Ben daha Gönen’deyken mimlenip izlenmeye başladım.Yazanlar, çizenler, bunları yayımlayanlar tek partiden  yana şakşakçılık etmeyenler baskı altında eziliyor. Bizimse, içinden çıkıp geldiğimiz köylerin gerçekleri acıydı. Öğretmen olarak gittiğimiz köyler daha mı beterdi acaba? Mahmut,  kendi köyü Demirci’nin yanındaki Nurgoz’dan Varlık dergisine küçük yazılar yollamaya başladı. Şiirler basılmıyor artık. Yalnız o kısa, çarpıcı yazılarla gittikçe büyüyen bir ün kazandı.
Enstitülerde yurt ve dünya yazınının başlıca yapıtlarını bir bir elden geçirmiştik. Bakanlık yayını dünya klasiklerinin çoğu elimizin altındaydı. Makal’ın, dünyadan haberli, bir bakıma artık Osmanlı padişahlarından çok Cumhuriyet yöneticilerinin zimmetine yazılan acı gerçekleri sorgulayışı, köy odası  söyleşi dilinin ustalıklarıyla klasiklerin düzeyini birleştiren özlü yazılardı. Anlatımını, günün, dünün ozanlarından seçtiği dizelerle destekliyordu. Bir delikanlının yazdığı bu olgun yazılar çok hoş etki yapıyordu. Varlık, bunlardan üçüne dördüne bir sayfa ayırıyordu. O sıralar, Kaymakam Muhtar Körükçü, de köy notları yazıyor. Onunkiler de kısa, çarpıcı yazılar. Ama  Makal’ınkiler başka yankı geteriyor.
            1950 başında Varlık bunları toplayıp kitap olarak çıkardı. “Bizim Köy” adlı o küçük cep kitabı bomba etkisi yaptı. Pundunu bulup Makal’ı tutukladılar. Bir yandan da milletvekili seçimleri geliyor. Oktay Rifat başta, savunanlar Aksaray’a gidip savunmasını üstlendi. Yaprak, Yücel, Yeditepe, Yağmur  ve Toprak  dergileri, basının çoğunluğu Bizim Köy’ün yazarına arka çıktı. Hepimiz yazılar yazdık. Olağanüstü bir dayanışmaydı. Ardından Cumhuriyet, Yaşar Kemâl’in Çukurova’daki yaşamı anlatan erişilmez güzellikteki öykülerini bastı; kendisini de röportajlar yapsın diye Doğu’ya Güney Doğu’ya yolladı. Makal cezaevinde çok kalmadan çıktı. Ama köyün, köylünün, bir bakıma  bütün halkın içinde bulunduğu acı gerçek olduğu gibi duruyor. Bakalım DP bu büyük soruna nasıl yaklaşacak?
            Türk köyü gerçekçi açıdan daha önce ele alındı.Ama öyle uzun bir geçmiş yok. Karabibik  öyküsü  (1890), Küçük Paşa romanı (1910), Yaban romanı (1932), ama orada kalıyor. Bunların ardından gelen Sabahattin Ali’nin birer çığlığıdır. Gerçekleri sergileyen yeni yazarlar var. Tek Parti yönetimi hepsini izletiyor. Makal’a gelince bardak taştı. CHP 27 yıldır oturduğu koltuğu DP’ye kaptırdı. Yeni gelenler Makal’a güler yüz gösterir gibi oldu. Yeni Cumhurbaşkanı Celal Bayar  onu Çankaya’da kabul etti, hem de yeşil Bursa’daki köyüne öğretmen olmasını önerdi. Makal’ın baş eğmez bir yapısı var. Dönüp bozkırdaki köyüne, Demirci’ye gitti. O arada, Muğla’nın Yerkesik bucağından, Aksu Köy Enstitüsü çıkışlı  Naciye Poyraz’la evlendi. Niyeti, köy öğretmeni olarak yazmayı sürdürmekti. Köyünde kalacak, fırsat verilirse, Köy Enstitüsü ilkeleri doğrultusunda çalışacak.
            Mektuplaşıyorduk. Ben de evlendim, Kavacık’taydım. Üstümüzdeki baskılar gün geçtikçe dayanılmaz oluyordu.Yönetimin eskisi yenisi birdi.Jandarma aramızdaki yazarlara, şairlere daha çok çullanıyordu. Bir yandan da ben hastalandım.Kurtuluşum zor oldu, ölümlerden döndüm. Doktor gözetiminde olmam olanaksızdı, hiç değilse yolu belli olan bir köye gitmeliyim. Dereköy’e verildim. Okulum karakolun dibinde. Baskılar daha da arttı. Karakol okulu, savcılık evi basıyor; alıp götürdüğü kitaplardan, yazılardan soruşturma  açıyordu.
Tatil olunca Aksaray’a gittim. Makal beni karşılayıp Demirci’ye götürdü. Sonra o da kalktı Burdur’a, Yeşilova üstünden Dereköy’e geldi. Köyde kalıp çalışmanın olanağı alabildiğine daralıyordu. Asıllı asılsız bir sürü nedenle can güvenliğimiz yoktu. Bir gazete toprak kavgasında Makal’ın komşu köylülerce başı ezilerek öldürüldüğünü yazdı. Naciye’ye telgraf çektim. Aslı yoktu bereket. Ama aslı olan bir sürü düzenek vardı. DP’nin büyük soruna ilişkin ciddi bir programı yoktu. Cami onarımı, minare yapımı, din dersi, Kur’an kursu türü  nabza göre şerbet işlerle oy avcılığına koyulmuştu.
            Makal’ın  küçük kitabı çeşitli dillere çevriliyordu. En önemlisi İngilizce’ydi. Londra’daki kültür ataşesi, kitabı yayımlamaya hazırlanan yayınevini caydırmaya kalktı.  Yayınevinin sözcüsü bizim diplomata, “Ekselans, basım işi bitti. Yarın kitabı satışa sunuyoruz!” dedi.
            Kaç tane bastınız? Biz hepsini satın alalım!”
            “Aman ne iyi! Hemen ikinci basımı yaparız!”
            “Yoo, yeni  basım yok!”
            Yayınevi, İngiltere’de böyle yollar bulunmadığını Kültür Ataşimize anlatmaya çalıştı. Belki hiç anlatamadı.
            Makal’a daha çok baskı yaptılar: “Yabancılara çeviri hakkını verip durma! Dışarılarda yurdu rezil ediyorsun!” istenildiği gibi davranmayınca, köyünde soluk alması zorlaştırıldı. Tek parti yönetiminin Niğde Valisi İ. Tevfik Kutlar gitti, yerine beteri geldi. Makal’ın böğründeki mengeneyi o daha çok sıkıyor. Köye hizmeti köy dışından sürdürmenin bir yolunu bulmalıyız. Bunun için Ankara’ya gidip “Yoksullar Üniversitesi” Gazi Eğitim Enstitüsü’ne yatılı yazılmayı düşündük. Köy Enstitüsü lise dengi sayılıyor, ama köylerde en az yirmişer yıl çalışalım diye Yüksek Köy Enstitüsü’nden başka yüksek öğrenim kapısı aralanmamış. Yönetim  onu kapatıp her nasılsa Eğitim Enstitüsü’nün kapısını araladı. Öteki yüksek öğrenim kurumlarına niyetin varsa, buyur önce Lise I,II,III’ün sınavlarını ver, sonra istediğin fakültenin sınavına gir. Yolumuzu  durmadan yokuşa sürüyor. Hem köy öğretmenliği yapıp hem canımızı korumanın önlemlerini alıp hem de bunları başarma olanağımız yok. Üstelik  lisede çalışan öğretmenlerde enstitülere karşı bir sürü ön yargı var, giren arkadaşlarımıza not vermiyorlar.
            Gazi Eğitim sınavlarına iki kez girip kazanamadım. Birinde başvuru dilekçeme yanıt bile gelmedi. Bu kez çevreye yaymadan başvurdum. Hele sınavı kazanayım, sonrasını sonra düşünürüm diyorum. Gazi Eğitim doğrudan polisten değilse de savcılıktan soruyor durumlarımızı. Tek güvendiğimiz nokta Vedide Baha Pars’ın oraya müdür atanmış olması. Samim Kocagöz,  bu güvenilir eğitimciye bizlerden söz eden bir mektup yazdı. Sonuç umduğumuz gibi çıktı, ikimiz  de sınavları kazandık, Makalı bilmiyorum, ama ben ardımda bir sürü kovuşturma ve iki mahkeme ile gelip Gazi’ye yazıldım.Ben Edebiyat Bölümüne, Makal körler, sağırlar, dilsizlerin eğitimi ile uğraşan Özel Eğitim Bölümü’ne girdik. Okuduklarımızdan çok, Ankara’nın kültür, sanat ortamından yararlanmaya çalıştık.Çarşamba öğle sonlarında, hafta sonlarında merak ettiğimiz sanatçılarla, eğitimcilerle görüşüyoruz. Gitmeden telefon edip buluşum alıyoruz. Sık olmasa da, Hasan Ali Yücel’e, Hakkı Tonguç’a gittik. Forum, Kaynak, Yağmur ve Toprak dergisi yöneticilerine, Oktay Rifat’a, İlhan Tarus’a Muhtar Körükçü’ye uğradık. Cahit Külebi, Makal’a, “Bir küçük parçana iki dizemi aldın, beni kitlelere duyurdun Mahmutçuğum!” diye teşekkür etti, hiç unutmam. Tiyatroları, iyi filmler gelince sinemaları kaçırmıyoruz. Resim sergilerini izliyoruz. Bir kezinde, Halikarnas Balıkçısı’nın kızkardeşi Füreyya’nın sergisini hayranlıkla gezdik. Radyoda “Yurttan Sesler” yönetmeni Muzaffer Sarısözen, ile halk türküleri sanatçısı Neriman Altındağ Sarısözen’i evlerinde görmeye gittiğimizi anımsıyorum.Üniversite konferanslarını, Helikon Sanat Galerisi’nin etkinliklerini kaçırmıyoruz.
            Makal’ın aklı düşüncesi köyde. Naciye,  iki çocukla, köy öğretmenliğini Demirci’de sürdürüyor. Ev işleri, köy işleri omuzlarında. Dolu dolu mektupları geliyor. Naciye,  yalnız çocukları, kendini değil, köylüleri de anlatıyor Mahmut’a uzun uzun.O da bunları okuyor, ne yapıp edip yazılara döküyor; Varlık dergisine yolluyor. Sonradan Memleketin Sahiplerine aldığı yazıların çoğunu böyle yazdı.
            İki hızla geçti. DP yönetiminde halk daha özgür olmadı. Baskılar, particilik. Muhalefetin haklarının açıkça kısılması günlük politika kuralı gibi uygulandı. Askerliklerimizi yaparak 27 Mayıs’a kadar geldik. Makal Ankara’ya atandı. Beni Şavşat’taki öğretmenliğimden Teknik Öğretim Müsteşarlığı’ndaki yapı işleri bölümüne çektiler. Derken bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırıldım. Özellikle Cumhuriyet’te çıkan yazılarımı hiç hoşgördediler. Yılanların Öcü’nden sonra, Onuncu Köy’ü, Irazca’nğn Dirliği’ni yazdım. Makal, Bizim Köy’ün ardından ona benzer  kitapları yan yana dizdi. Köyün kafa yönünden hangi sancılarla bezeli olduğunu gösteren Memleketin Sahipleri bence çok önemli bir kitaptı. 1960’tan sonra gidip bir yıl kaldığı İngiltere’den yolladığı mektup türündeki yazıları da okul  kitaplarına alınıp yeni kuşaklara okutularak yurdun ve halkın durumu üstünde düşünmelerine yarayacak önemde ürünlerdi. Bugün değil bunları uygulayan, ayırdına varan bile yok. Makal’ın Bizim Köy’le yaptığı büyük iş kafalara çıkmaz derecede yerleşti.O büyük bir romancı, öykücü olmadı, ama büyük yazardır gene de. Bir tür günlük tekniği kullanarak önemli kitaplar yazdı. Yaşar Kemâl  de içinde, hepimizin yolunu açan odur.Köy konularının yazarak adlarımızı, hem de yapıtlarımızı yayın dünyasına kabul ettirmenin iklimini, havasını getirmiştir. Sağlığını ve kişiliğini hırpalayacak derecede baskı görmesi de bu yüzdendir. Sürekli okuyan, yurt sorunlarını canla başla düşünen, her koşul altında kesmeden yazan örnek bir aydın katına yükselmeyi başardı Makal. Köyün kentsoylu aydınlarca sürekli küçümsenen değerlerine bağlı kaldı. Köylü olmayı, köy üstüne yazmayı, işçi sınıfını bir tür ayakbağı sayan, böylece Türkiye’nin yüzyıllardır süren yürek paralayıcı durumuna sırt dönen, ama aynı zamanda bunun sorumluluğundan sıyrılmanın kolaylığını bulan o yanlış davranış sahipleri, bize baskı yapan siyasal güçlere karşı oldukları halde, ruhsal bakımdan bu güçlerle ne acı akraba oldular. Bunların içinde ruhsal yapısı iyice bozuk olanlar, Makal’ın 120-150 sayfalık, ama bomba etkisi yapan küçük kitaplarına karşı kalın ciltler yazıp saldırıyı sürdürdüler. Arkadaşım bunlara aldırmadı. Onların tasarladığı aydın tipinden çok ilerideki adımlarını hem işinde, hem düşüncesinde sürdürdü gitti. Bu yüzden kıyıldı, can güvenliğini yitirip yurt dışına çıkmak, yaşamını oralarda sürdürmek zorunda kaldı. Sağcı hükümetler, sözüm ona solcu aydınlar onu yerden yere çalarken, Birleşmiş Milletler’e bağlı URESCO örgütü onu dünya gençlerine  örnek olarak seçti. Bizim Köy  ile onu izleyen çabalarından sağladığı ün ile otoriteyi ailesinin ve kendisinin durumunu iyileştirmek için kullanmayı düşünseydi, kavuşmayacağı dünya nimeti kalmazdı. Çoğu zaman çayla simitle yetinerek, bir çift pabucu pençeletip dört yıl kullanarak yaşamayı kendine daha uygun saydı. (1986).  
*
            Kaynak Yayınları da, İhsan Tayhani’nin Özgürlük Yolunda Bitmeyen Koşu/Rauf Denktaş kitabını basmış; hem yerinde hem zamanında bir yayın: çünkü o güleryüzlü, şaşmaz ilerici, devrimci sonunda yoruldu, yıldızların arasına döndü. Doğrusu geride çok onurlu, lekesiz bir yaşam bıraktı.
            Kaynak Yayınları başka bir kitabını, Kamil Necdet Ar’ın çalışmasına ayırmış: Türk-Amerikan İlişkileri  Çerçevesinde Ermeni Meselesi ( 1918-1923).
            Nusret Senem  ise kitabını Fethullah ve Susurluk’a ayırmış.
            Berfin yayınları, Abdullah Rıza Engüven’in Paul Eluard, Çeviri İnceleme adlı kitabının ikinci basımını yayınlamış.
            Aynı yayınevi, Kora dizisinde, Deniz Tural’ın Aldanmayanlar Boş Gezer  adlı öykülerini basmış.
            Yine bu dizide, Evin Otçuoğlu’nun En Güzel Gün İçin adlı şiirleri de var.
            Berfin yayınları, son kitabını ameliyat masasında şehit olan sevgili İzzet Harun Akçay’a ayırmış: Ay Uğuru.
*
            Naile Akıncı, Hesaplaşmalarım  adlı son sergisini yine Bebek’teki Evin Galerisi’nde açtı; şu ara yazık ki sergilere gidemiyorum; ama sağolsun çelebi oğlu Cengiz Akıncı serginin kitabını yollamış; gitmiş kadar oldum.
            Zeynep Uzunbay, sevgili Gülten Akın’ın şiirlerini bizim için yüksek sesle okuduğu kitabında Gaston Bachelar’ın bir sözünü anar: Sanat, aşılamadır.
            Sevgili Naile Akıncı’nın son resimleri bunun canlı kanıtı: eski resimlerine, sürekli baktığı İstanbul’a, Eyüp’e yeni aşılar  eklemiş; yalın çizgilerin yerini koyu, iç içe geçmiş renkler almış. Demek ki şimdi artık aynı yerlere bakınca bunları görüyor. Yalansız dolansız, içten, sahici izlenimler.
            Naile Hanım  da, Rauf Denktaş  gibi, onurlu, tutarlı bir yaşam sürdü; ne mutlu!
                                                                                 
                                                                                  1 Şubat 2012, s.168

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder