Dr. ALİ RIZA BİLGİNER’den “CİLO VE SATLAR”
8 Ağustos 2007’de bu köşede, sevgili Halûk Tarcan’ın verdiği bilgilere
dayanarak hazırlanmış, Doğu Anadolu Kimin? başlıklı bir yazı okumuştunuz; azgın
aşağılık Batılılar, başta ABD ile İngiltere, topraklarımızda., bölgemizde
yaşayan çeşitli halkları kandırıp kışkırtıp savaş alanlarına sürüyor; birbiri
ardından Ermeniler, Kürtler Anadolu’nun şurası burası benimdir diyorlar ya,
canım dostum Tarcan, üstelik kolay kolay silinmeyen, yakılamayan belgelere, kaya
resimlerine dayanarak Ön-Türklerin, öyle Batı uşağı sözde bilim adamlarımızın
kafamıza çakmaya çalıştıkları gibi 1071’de değil, İÖ 13 000’lerde gelip
yaşadıklarını, yazı öğeleri (harf) da içeren kaya resimlerini bıraktıklarını,
belgeliyordu.
Bu tür belgeler kanıtlar sömürücüleri şu kadarcık etkilemez elbet, ama
dünyamızda yaşayan can göz kulağı körelmemiş güzel kardeşlerimizi sevindirir,
coşturur.
O yazıdan sonra da öyle oldu; sayarıma, uzaklardan bir ses geldi: Ali Rıza
Bilginer. Ali¸ bir Karadeniz, Samsun çocuğu; dar gelirli kesimden. Bakmış ki
okuyamayacak, sınava girmiş, kazanmış, benim gibi halkın vergileriyle okumuş,
hekim olmuş.
1971 Amerikan balyozu sırasında, İstanbul’da görevliymiş; çalıştığı Davutpaşa
tutukevine tanıdığımız birçok ünlü yazarımız gazetecimiz getirilmiş; onun
varlığı genel kıyımı durduramaz, değiştiremezdi elbet, ama hekim olarak
andığımız insanlarımıza en azından küçük, ancak değerli soluklar aldırmıştır
mutlaka.
Sonra herkes gibi evlilikler, Anadolu’nun her yerinde çalışmalar; sonunda
askerliği bırakmış, sivil kuruluşlarda çalışma dönemi başlamış.
Birbirimizi tanımazken paylaştığımız sinema-fotoğraf tutkusuna Kâzım Mirşan
aracılığıyla yeni bir sevda eklenmiş: Güneydoğu’daki dağlarda bulunan kaya
resimleri. 2003’ün Ekim’inde, Yüksekova yöresine yaşamayı seçmiş, yaylasına,
çevresindeki dağlara sözün gerçek anlamında vurulmuş. Bedensel olarak da buna
uygun olduğundan, başlamış çalışma saat ve günlerinin dışında dağlarda dolaşıp
görüntülemeye.
Bilgisayar arkadaşlığımız sırasında, 8 Ekim’de İstanbul’a geleceğini, kendisi
gibi dağcı arkadaşlarına bir saydam gösterisi sunacağını söylemiş, beni de
çağırmıştı; gerek tepemize çöken sömürgeci saldırısının gün geçtikçe
ağırlaşması, gerek yaşımın büyümesi, akşam 8’de yapacağı gösteriye gidip
gidemeyeceğimi pek bilemiyordum.
Ama o sabah saat 10’a doğru kapı çalındı, sırtında dağcı çantası, ak saçlı
bir delikanlı belirdi merdivenlerde, ve bir iki kez telefonda işittiğim tok ses:
Bertan Bey, kitabınızı getirdim.
Meğer bir başka dağ ve fotoğraf sevdalısı, Ersin Alok, Aliciğimin kutular
dolusu saydamlarını görmüş, kitaplaştırmaya karar vermiş.
Ona kalsa, kitabı kapıdan verip gidecek; neyse ki üsteledim, içeri geldi,
soyundu; o arada Sevil de bize katıldı; tatlı tatlı söyleşirken, bir ara: akşama
gelemeyebilirsiniz sakıncası yoksa sunumu size burada göstermek istiyorum, dedi;
hay Allah! Ne sakıncası olabilirdi böyle bir armağanın? Hemen açtı sayarını,
ışığı ayarlayıp yerleştik.
Önce o tok sesiyle neyi amaçladığını açıkladı, ardından, en sevdiğim
Güneydoğu türkülerinden biri eşliğinde, Cilo ve Sat Dağları’nın, Yüksekova’nın
doğası, çiçekleri, çağlayanları, insanları, koyunları, gölleri.
İkinci bölümeyse, özellikle yaban çiçeklerini serpiştirmişti, hem de okulda
öğretmeni de olmuş değerli bestecimiz Bülent Tarcan’ın alabildiğine çarpıcı
müziği eşliğinde.
Onu uğurladıktan sonra kitaba baktık Sevil’le uzun uzun; Ersin Alok’a yakışan
kusursuz bir baskı; ön sayfalar dağlara yöreye ayrılmış; ardından inanılmaz
yaban çiçekleri; son bölümdeyse, Kâzım Mirşan’la Halûk Tarcan’ın, şimdilerde
Servet Somuncuoğlu ve arkadaşlarının uygarlık tarihinin yeniden, yansız,
Ön-Türklerin hakkını veren yorumu açısından çok önemsedikleri Sat Dağları’ndaki
kaya resimleri var.
Çektiği çiçeklerin adlarını koymakta kendisine yardım eden Prof. Dr. Zeki
Aytaç ile Araştırma Görevlisi Sırrı Yüzbaşıoğlu’na, fotoğrafları kitaba aslına
en uygun biçimde yansıtan Alok İşliği çalışanları Reyhan’la Gül’e teşekkür etmiş
kitabın sonunda.
Ben de hem onun arkasındaki bütün olasılık ve gerekliliklere, hem bu kitabı
bize armağan edenlere yürekten teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet, 2 Ocak 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder