AHMET SAY
Müziği, müzik eleştirisini, insanın birey ve toplum olarak yaşamını,
kavgasını merak edenler yakından tanırlar elbet Ahmet Say’ı. Bu çalışkan, çok
yönlü dostum belli ki matematikçi babasından evrenin temel direğini, matematiği
iki yönlü kalıt olarak almış; üstüne toplumsal-siyasal-tutumbilimsel bilinci
eklemiş. Dolayısıyla, hangi dala el atsa, önümüze hep bütünsel yapıtlar
getirmiş, getirmekte.
Bunlardan ikisini, Evrensel Basım Yayın’ın bastığı Müzik Nedir, Nasıl Bir
sanattır? ile Müzik Ansiklopedisi Yayınları’nda çıkardığı Müzik Sözlüğü’nü
gönderdi.
599 sayfalı Müzik Sözlüğü’ünde, A’dan Z’ye aklınıza gelecek bütün terimler,
bütün kavramlar, hem de birçok dildeki karşılıklarıyla ele alınıp açıklanmış.
Önemli terim ve kavramlarda, sözcük ya da terimin açıklamasının ardına bir
kaynakça eklenmiş, yararlanılan yapıtlar belirtilmiş. Kısacası, gerek sıradan
müzikseverler, gerek müzikle ilgili yazılar yazanlar için çok yararlı,
vazgeçilmez bir kitap.
İkinci yapıta, Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır?a gelince, adı ne olduğunu,
neyi amaçladığını açık seçik gösteriyor zaten. Kitabın başındaki Birkaç Söz adlı
bölümde, bakın neler diyor:
“Doğrusunu isterseniz, kitabın yazılışı sırasında okurlarıyla diyalog içine
girebilen talihli bir yazara pek rastlanmaz. Böyle kitaplar varsa da herhalde
pek azdır.
Peki, okurlarla nasıl diyalog sağladım? Çok açık: Dergideki (Evrensel Kültür)
her yazının sonuna eklediğim ‘Tartışmalar’ ara başlığı altındaki okur soruları
ve okur görüşleri yoluyla…Burada okurların sorularını yanıtlıyor, yazışarak
tartışma yoluyla önceki bölümleri okurlarla birlikte gözden geçiriyordum. Onlar
kimi zaman müzikle ilgili kendi sorunlarını dile getiriyor, ben de bu dipdiri
okur istekleri önünde yazılarımın yol ve yöntemini sağlamlaştırıyordum.”
İmeceye, çoğul akla dayanan bu yöntemi bulduktan sonra, eytişim gereği,
arkası kendiliğinden hem de verimli, en sağlıklı biçimde gelmiş. Yukarıda
değindiğim bütünsel bakışa örnek olarak Halk Müziğimizin Kaynakları yazısının
‘Tartışmalar’ bölümünü anacağım:
“Birkaç aydan beri Sulukule Çingenelerinin sorunları üzerinde duruyorsunuz.
Bu konuda, insan hakların savunan örgütleri ağır şekilde suçladınız, onları
utandıracak şeyler yazdınız. Bu çabalarınız ses getirdi mi? (Burçin Tekeli,
İstanbul.)
Hayır, ses getirmedi. Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki herkes kendine göre bir
dogma bellemiş, ona sarılmış. Geçen gün televizyon programında, kültürel
kavrayışına değer verdiğim ünlü bir mimarımıza Sulukule’yi gezdirdiler. Beyimiz
yalnızca iki katlı ahşap bir bina üzerinde durdu. ‘Bu bina yıkılmasa iyi olur’,
dedi. Açıkçası, ‘Sulukule’nin bütün meskenleri yıkılabilir’ demeye getirdi. O
sanıyor ki Sulukule birtakım derme çatma evlerden ibaret! Yuf olsun!
Sulukule’nin özgün bir müzik ve dans kültürü içerdiğini bilmiyor! İnsan hakları
örgütlerimiz de müzik ve dans kültürünü kavrayacak düzeyde değilse ben ne
yapayım? Elime bir pankart alıp ‘BEN DE ÇİNGENEYİM !’ diye sokak protestosuna mı
girişeyim?”
Nitekim, bu sözünü doğrulamak üzere, o bölümün sonunda şöyle diyor:
“Yineleyelim: Halk müziği geleneğimizde ‘söz’den bağımsız müzik sınırlıdır.
Ezgiler anonim olduğu için, bu gelenekte sanatı ‘bestecilik’ olar bir sanat
erbabı yoktur. Salt çalgısal müzik, halk danslarında yer alır. (Buradan şu
sonucu çıkarabiliriz: Dans dili, kimi yerde sözlü anlatımın yerini tutabiliyor.
Demek ki halk danslarımızı verdiğim bölümü bu gözle de okuyabilirsiniz.)”
İşte size müzik, sanat, yaşamın anlamı, bireyin toplumsal kavgadaki yeri
konularında dürüst, içten kalmaya yemin etmiş bir kardeşinizin yüksek sesli
düşünceleri. Alkışlarımla.
Cumhuriyet, 20 Mayıs 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder